Gelecek yıl bütün gözler, iki kıta üzerinde duran şehrin üzerinde olacak. Ziyaretçiler binlerce izlenim ve tek sesle bekliyorlar.
Her gün irili ufaklı yüzlerce gemi Boğaz'ın koyu mavi sularında hareket halinde. Bunların yolcuları etrafına baktığında Asya ve Avrupa'yı görürken, tek bir şehirdeler: İstanbul. Şair Joseph Brodsky'nin bir zamanlar dediği gibi, tarih burada bir araba kazası gibi kaçınılmaz.
Gemilerdeki insanlar ince minareleri, modern gökdelenleri, gümüş çizgiler gibi kara parçalarını birleştiren iki köprüyü şaşkınlıkla izleyecek. Görmeyecekleri şey ise İstanbul'un yeni harikası. Bu, suyun altında Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayacak tünel. Bu sayede saatte 150 bin kişinin Avrupa'dan Asya'ya geçişinin sağlanması planlanıyor. Aslında bu yıl bitecekti, ancak geçmiş Marmaray projesi bunu engelledi. Kazılarda antik Bizans limanı ortaya çıktı. Bu nedenle tünel, en erken iki yılda tamamlanabilecek. O zaman gerçeğin her zaman gözönünde olduğu karşıtlıklar şehri İstanbul'da Batı ve Doğu birbirine daha da yakınlaşacak.
Özgül Yavuz, "İstanbul için, başkent olması yeni bir durum değil" diyor ve gülüyor. Yavuz, "İstanbul, 2010-Avrupa'nın Kültür Başkenti" adlı kampanyanın promosyon bölümünün başında. AB bu unvanı İstanbul'a üç yıl önce vermişti. Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu'nun binlerce yıllık efsanevi merkezi bu unvanı paylaşmak zorunda. Almanya'nın Essen ve Macaristan'ın Pecs kentleri de gelecek yıl "Avrupa'nın Kültür Başkentleri". Bu durum Özgül Yavuz'u üzmüyor. Yavuz, İstanbul ve Türkiye için bu unvanın Avrupa'dan önemli bir sinyal olduğunu belirtiyor.
Halkla İlişkiler Uzmanı Yavuz, bu unvanı her ne kadar sembolik olarak nitelendirse de bu özellikle çok iyi bir reklam hediyesi. Özgül Yavuz, kampanyanın 600 milyon avro tutarında olduğunu söylüyor. Giderleri Türkiye karşılıyor. Buna uygun olarak da Turizm Bakanlığının beklentileri büyük: Gelecek yıl yabancı ziyaretçi sayısının yedi milyondan on milyona çıkması bekleniyor. Avrupa'da sadece Londra ve Paris daha fazla turist çekiyor.
Gelecek yıl için hazırlıklar bütün hızıyla devam ediyor. Bir zamanlar dünyanın en görkemli kilisesi olan Ayasofya, on yıllardır olmadığı kadar parlayacak, Topkapı Sarayı'nın paha biçilemez parçaları yeniden düzenlenecek, ****** Kültür Merkezi çirkin beton yığınından ışıl ışıl bir kültür mabedine dönüşecek. Programda dolu dolu etkinlikler de olacak: Görsel sanatlar, bale gösterileri, konserler... İstanbul'un nihayet yine başkent olması kutlanacak.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesiyle birlikte Boğaz'da bir düşüş devri başladı. Ankara onun elinden 1923 yılında başkent sıfatını da aldı. Orhan Pamuk, anılarında çocukluğunun İstanbul'unu iki bin yıllık tarihinde olmadığı kadar zayıflamış ve izole edilmiş olarak anlatıyor.
Pamuk'un saptamaları modern bir metropol olan İstanbul'da bugün de görülüyor. İçinde insanların oturduğu harabeler, yıkık dökük bina cepheleri, eğri büğrü sokaklar. Çay kaşığı seslerinin, satıcıların bağırışlarının müezzinin ezan seslerine karıştığı Fatih, Fener ya da Eminönü gibi yerler. Burada her şey satılıyor: Baharatlardan tüylü kırlentlere, çim biçme makinesine kadar. Dünyada hiçbir süpermarket daha fazla çeşit sunmuyor. Üzerinde balıkçıların bulunduğu Galata Köprüsü, eski antik Karaköy ile yabancılar semti Galata'yı birbirine bağlıyor. Orada dik yokuşlardan müzik dükkanlarının sesi yükseliyor: Folklor, rock, rap karışımı her tür müzik. İstanbul ziyareti burada akustik bir coşku oluyor.
Yönetmen Fatih Akın, belgesel filmi "Crossing The Bridge" ile İstanbul'un kendine özgü sesini yansıtmaya çalıştı. Orhan Veli'nin kaleminden İstanbul üzerine en ünlü şiir çıkmıştı: "İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı."
Ancak İstanbul'da oturan birçok kişi için, şehir özellikle tek anlama geliyor: Gürültü. Örneğin 50 yaşındaki Ali, sessiz bir yerin kalmadığını belirtiyor: "İstanbul büyüdü, çok büyüdü." Ali, bir otopark işletmek için her gün metroyla Yeşilköy'den Sultanahmet'e gidiyor. Birkaç on yıl öncesinde işine giderken geniş arazilerden geçiyormuş, şimdi ise dip dibe duran binaların yanından. İstanbul 60 yıl kadar önce bir milyon nüfusa sahipti. Bugün şehir 120 kilometrelik bir alana yayılıyor ve nüfus sayılamayacak kadar çok. Resmi olarak 13 milyon, tahminler ise 20 milyona kadar gidiyor. Kesin olan şey: İstanbul alan olarak da nüfus olarak da büyümeye devam ediyor.
İstanbul'a göç eden kişilerin çoğu gecekonduda yaşıyor. Bunlar, halk dilinde "taşı toprağı altın" sözüne uyarak buraya gelmiş insanlar. Her yıl yaklaşık 250 bin kişi buna ekleniyor. Köylerinden geleneklerini, ahlakî değerlerini beraberlerinde getiriyorlar. Mahalleler Anadolu köyleri gibi işliyor. Burada oturanlar İstanbul'un İslamcı- muhafazakar AKP tarafından yönetilmesini de sağladılar.
Elif, güzel bir kafe olan Urban'da birasını yudumlarken, "Beyoğlu, Türkiye'nin kültür merkezi. Bütün yeni galeri, butik ve barlar burada." diyor. Eski Pera şimdi İstanbul'un gece hayatının merkezi. New York Times'ın İstanbul'u parti merkezi olarak seçmesinin nedeni de burası olmalı.
Binlerce kişi sabahtan gecenin geç saatlerine kadar İstiklal caddesinde dolaşıyor. İstanbul'un toplumları paralel olarak birbirilerinin yanından geçiyor: Kollarında çocuklarını taşıyan dilenciler ve İphone'larıyla gençler; başlarının üzerinde simit tablaları olan oğlan çocukları ve ellerinde Burger King balonları olan çocuklar. Yukarıda ay yıldızlı kırmızı bayraklar.
Kalabalığın arasında şöyle çiftlere de rastlanıyor: 16 yaşlarında bir kız ve bir erkek. Kız koyu renk bir başörtüsü takmış, erkeğin üzerinde ise 50 Cent adlı Amerikalı rapçinin resmi olan tişört var. El ele tutuşmuş ve kıkırdıyorlar.