HÜDAYİ YOLU
Burası Hüdâyî Yolu.
Bir şehrin puslu ve yıpratıcı ortamında, bir vaktin daralmış, çalkantılı bağrında,
Bir yanda nefsin hodgâmlığından şımaranların,
Bir yanda da kimsesizlik, muhtaçlık, gariplik, yetimlik ve türlü acılar içinde kıvrananların yaşadığı bir devranda;
canlara can taşıyan sessiz ve asil bir nehrin yatağı, şefkat ve merhamet yolu…
Şehrin öte yakasından Hüdâ ışığına pervane olmak için koşa koşa gelip, saltanat kanatlarını yakanların yolu.
Dünyanın gam ve endişesinden geçip Hüdâyi’nin feyizli nasihatlerinde devâ ve teselli, âfiyet ve sükûnet arayan yorgun gönüllerin şifâ yolu.
Dünyanın hodgâm ve bencil kalabalıklarından kaçıp nefsânî sultalardan sıyrılarak Hüdâyi kapısında için için erimek ümidiyle buzdan benliklerini yıkanların yolu.
Saltanatını öte yakada unutup bu yakada Hüdâyi’nin ardı sıra yürümeyi şeref bilen sultanların yolu.
Dünyanın dağ gibi dalgalarında boğulmaktan korkup Hazreti Yunus’ça bir kurtuluşun kalbinde huzûra kavuşmak isteyenlerin yolu.
Hırsların ateşinde ve hasedin çöllerinde yorgun düşmüş, koşturma ve telaşın yamaçlarında susuz kalmış ceylan huylu sînelerin sükûn bulduğu serin pınarların yolu.
Burası Hüdayi Kapısı...
Mâtemlerin civârından, nice gönlü kırıklar, beli bükükler, sahipsizler geldi bu hak kapısına.
Yüz yıllar önce Üftâde’ye mahçupça uzatılmış boynu bükük bir çiçek gibi Hüdâyi’ce el üstünde tutuldular; îtibar gördüler, yeni umutlar kuşandılar.
Ümidini yitirmişler, gözden düşmüşler geldi bu kapıya;
Aziz Mahmud Hüdâyi’nin gönül hânesinde baş köşeye oturdular, yorgun gönüller sükûn buldu bu kapıda, dua pınarından huzur içtiler; kudsî aynalarda yeniden tebessüm buldular, asıllarını seyrettiler.
Burası Hüdâyi Sofrası
Kulluğu unutmuşlar, dünya sarhoşu olmuşlar, hakka yol bulamamışlar, çıkmaz sokaklarda dolaşmış şaşkınlar, tövbesini bozmuşlar, yüzlerini Rablerinden dönmüşler, tövbeye yüz bulamamışlar oturdu bu sofraya.
Sırmalı kaftanını çıkarıp sokaklarda ciğer satmaya razı olan bir zamanların Bursa kadısı Aziz Mahmud Hüdâyi’nin gönlüyle karşılandılar. Sığınacak bir yürek buldular. Kovulmadılar, ayıplanmadılar, küçümsenmediler, dışlanmadılar, kapıda bırakılmadılar, hürmet gördüler, merhamet buldular. Hüdâyi sofrasında şefkat ve şifâ ile gıdalandılar.
Kuvvetliler ve âcizler, izzetliler ve yalnızlar, zenginler ve yoksullar omuz omuza, gönül gönüle çorba içtiler bu sofrada. Kimsesizlerin kimsesi oldu bu sofra.
Aziz Mahmud Hüdâyi’nin ruh ikliminde ayrılık-gayrılık duvarları yıkıldı, makamlar unutuldu, üniformalar çıkarıldı, uzaklıklar eridi, yabancılıklar dağıldı.
Derya gönüllülerden gönlü yıkıklara doğru infak, zekat, sadaka pınarları taştı, şefkat ve muhabbet yağmurları yağdı, sadaka taşları yeniden rağbet buldu. Mahlûkâta, Hâlık’ın nazarıyla bakıldı.
Burası Hüdayî ocağı.
Vurdumduymazlığı, hodgâmlığı, menfaatperestliği başlarına yastık eylemişlerin çoğaldığı dünyada, Allah Rasûlü’nün tavsiyesi ile “komşusu açken tok yatmayan”ların sancılarından ve uykusuzluklarından nice şefkat ve iyilik meleği kanatlandı bu ocaktan.
Başkalarını düşünmemek üzere kurulmuş, emeği ucuzlatıp yağmalamak üzerine inşa edilmiş modern zamanların soğuk iklîminde, Aziz Mahmud Hüdayî’nin kış ortasında üzüm bulma umuduyla ayağa kalkması gibi, ‘sevdiğinden vererek hayra erişme’ düstûru, yetimlerin saçlarını okşama inceliği, yoksulları utandırmadan sevindirme nezâketi hep diri tutuldu, hep canlı oldu bu ocakta.
Bu ocakta pişenleri, bu ocakta birikenleri, bu ocağa bağışlananları dağıtmak için gece gündüz koşturanlar, kâh secdelerde göz yaşıyla ıslananların yanık ilticâlarına ve makbul dualarına şahit oldular, kâh hesaba gelmez derinlikteki pişmanlık girdaplarında çırpınanların yeniden düze çıkmasına ışık tuttular, can simidi oldular.
Kalbi kadar kabri de nurlar saçan Aziz Mahmud Hüdâyî’nin etrafında hâlelenen derûnî dualar, nice Muhammedî buluşmanın, nice ulvî sevincin, nice kudsî dostluğun mayası oldu.
Aşkla kurulan iftar sofralarında coşan kardeşlikler, asrın hodgâmlıktan kırılan nabzını onardı, çoğalttı; bir Aziz Mahmud Hüdâyî doymuşluğu, bir Aziz Mahmud Hüdâyî hoşnutluğu, nice dilde, damakta, dimağda yıllar süren hatırların/hatıraların tadını bıraktı.
Kurban ve Ramazan bayramı sevinçleri Aziz Mahmud Hüdâyî’nin huzurunda çoğaldı, çoğaldı... Adaklar, kurbanlar, fitreler, zekatlar, infaklar, yardımlar kilometrelerce uzaklara, emin ellerde dağıldı. Suskun kalplere, yaralı gönüllere, dizleri kanayan yetim ve öksüzlere, çaresiz kadın ve erkeklere, buz kesmiş odalara, aş pişmeyen mutfaklara, huzur dilencisi sokaklara, şehre küskün varoşlara sıcacık şefkat, serince teselli, ışıl ışıl umut olup aktı.
Burası Hüdâyî kucağı
“Gel, gel, ne olursan ol gel, bu dergâh ümitsizlik dergâhı değil” diyen Mevlânâ çağrısıyla çağrıldılar bu dergâhın misafirleri. Ümitsizleri ve garipleri kanadı kırık bir kuş gibi nazladılar, bağırlarına aldılar bu sofranın mihmandarları.
Burası Hüdâyî yuvası.
Sevdiklerini betonların altında bırakmışların acısı, yuvalarını sele vermişlerin sancısı, kardeşleri amansız dalgalar arasında can vermişlerin sızısı, çocuğuna doktor ve ilaç bulamayanların telaşı, hastalığına çare arayanların ağlayışı önce bu yuvada hissedilir.
Sırmalı kaftanını omuzundan sıyırıp atan Hüdâyî gibi, rahatını ve uykusunu, evini barkını bırakıp, yollara düşer Hüdâyî gönüllüleri.
Devletin varamadığı yerlerde, yardımın erişemediği köşelerde aş dağıtırken, yara sararken görülürler.
Hüdâyi yuvasında toplananlarla nice yuva dağılmaktan kurtulur; Hüdâyi yuvasının etrafında görünmez yeni yuvalar kurulur. Her ay peynirinden zeytinine, ekmeğinden şekerine, unundan yağına kadar binlerce ailenin ihtiyacı, düzenli olarak bu yuvadan karşılanır; çocuk yüzlere tebessümler, kimsesiz sokaklara mutluluklar, aşsız evlere sevinçler taşınır bu yuvadan. Üsküp’de Kosova’da, Afrika’da, Orta Asya’da, Açe’de, Endonezya’da, maneviyatın güler yüzünden tebessümler taşınır.
Oralardan gelen talebelerle oralara canlı Türk bayrakları gönderilir. Anadolu’da her köşede, yalnızların yanıbaşında, varoşların huzursuz sokaklarında, yoksul evlerin susuz ekmeksiz odalarında aş verip gönül alırken, iş verip dua alırken, umut olup umutlanırken resmedilir Hüdâyî gönüllüleri.
Burası Hüdâyî okulu.
Cehâletin karasını, bilmezliğin utancını ve okuyamamanın sancısını Hüdâyi çatısı, dert edinmiştir.
Genç beyinlerin, taze fidanların fukaralıktan ve yol bilmezlikten parlamadan söndüğü ülkemizde, kurslar, burslar ve yurtlarla okumaya yollar açılır, eğitime katkı sağlanır, ilme irfana kapılar aralanır.
Parlak kâbiliyetlerin görmezden gelinip küllendiği, gizli dehâların yokluğa mahkûm edilip küçümsendiği yerlere Hüdâyi ışığı yetişiyor; akıllara aydınlık, gönüllere huzur meltemi estiriyor.
Onurlu delikanlılar, nâzenin genç kızlar, Kur’ân’ın nezâketine yakışır ortamlarda, Peygamber tebessümünü hatırlatır üslûplarla, Hüdâyî çatısının rehberliğinde Kur’ân’ın nurlu sayfalarıyla buluşuyor, vahyin sonsuz sırlarıyla tanışıyor.
Aziz Mahmud Hüdâyi’nin “Çilehânesi”nde yetiştirilen ışıktan güller, sadece yurt içinden değil, Balkanlar’dan Kafkasya’ya varıncaya kadar yetim coğrafyaların sahipsiz gençlerini de Kur’ân’ın nûruna çekiyor, bilimin ışığına çağırıyor. Hüdâyi gönüllülerinin hizmet deryası, yeni dillerde yeni gönüllere taşıyor, yeni gönüldaşlarla hizmet halkası yeni kıyılara varıyor, yepyeni gönüllerde çiçekler açtırıyor.
Burası Aziz Mahmud Hüdâyi Vakfı
Samîmî ve ihlâslı bir adanışın ete kemiğe büründüğü insan diye göründüğü yer burası.
Rahmet Peygamberi’nin cansızları bile sarıp sarmalayan şefkatinin, canları sonsuzluk namzedi eyleyen merhametinin semâ ufuklarından süzüle süzüle yağmurlaşıp rahmet olarak tadıldığı vakıflardan biri burası.
Semânın sonsuz ufuklarından merhamet görmek umuduyla yerdekilere merhamet etmek için, hiç yoktan var edilip insan eylenmiş olma lutfuna bin teşekkür sunmak için; hizmeti nîmet bilerek, Allah için vermeyi eşsiz bir fırsat bilerek hayır yarışlarının yapıldığı, sevgi pınarlarının taştığı, şefkat kanatlarının açıldığı yerdir burası.
İyilik ve güzellik adına elinde avucunda ne varsa, ondan mahrumlara, yoksullara bir teşekkür edâsı içinde ikrâm ederek Hakk’ın rızâsının arandığı yer burası…
Burası Aziz Mahmud Hüdayî Vakfı...
Bir zamanlar boynu bükük ve suskun bir çiçeği hocasına hediye ederek, azîz olmanın yollarını açan, Hüdâ’ya giden kapılara varan Aziz Mahmud Hüdâyî’nin adına ve hatırına, burada; boynu bükükler, madde ve mânâ yoksulu suskunlar, bir köşede unutulmuşlar, kimseden bir tebessüm görmemiş kimsesizler, el üstünde tutulur. Kanadı kırık bir kuş gibi gönlü yaralı muhtaçlar, burada nezâketle karşılanır. Onların muhtaçlıkları, Hakk’ın bahşettiği bir hizmet fırsatı ve minnet vesîlesi bilinir.
Burası Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı..
Buraya almak için gelen muhterem âcizler de, vermek için koşan merhamet erleri de azîzdir; gelenler izzetle gelirler, gidenler izzetle giderler.
Buraya gönül verenler, fânî dünyanın gelgeç sevdâlarına aldanmazlar. Fânî hayatlarından sonra da mâzî olmazlar. İlâhî rahmette ebedîleşir, ukbâ âleminde Fâtiha’larla huzur bulurlar.
Yolunu buraya çıkarıp, yüzünü bu kapıya sürenlerin avuçlarına bir Aziz Mahmud Hüdâyî duâsı rahmet olup yağar, umut olup taşar:
“Ömründe bir kere türbemize gelip Fâtiha okuyanlar, kıyamete kadar bizimdir. Bizi sevenler, ömürlerinde fakirlik görmesinler. Îmanlarını kurtarmadıkça ölmesinler. Öleceklerini bilsinler ve haber versinler. Ve de ölümleri denizde olmasın.”
Âmîn!..